26 Aralık 2008 Cuma

İşte geldim burdayım

Geldim. Hangi işte ustayım peki? Bilmiyorum. Sonunda evime kavuştum. 10 gün boyunca otel yemeği yemek, otel odasında uyumak gerçekten sıkıcıymış. İyi ki hayatımın bir kısmının otellerde geçeceği bir hayat tarzı seçmemişim. Bir yere ait olmadan oradan oraya gitme fikri güzel, ama otelde kalmak olmasın bu fikrin içinde.
Perşembe günü doğumgünümdü. Ben bu günü ailemden, sevdiklerimden uzak geçireceğim diye üzülürken yeni tanıştığım insanlar bana sürpiz yaparak doğumgünü pastası üflememi sağladılar. Çok duygulandırdılar beni. Bir de anladım ki facebooka doğum tarihini yazmayınca, doğumgününü kutlayan insan sayısı azalıyormuş. İyi mi bu kötü mü onu bilemedim. Otel misafir ilişkileri bile çok güzel bir mesajla kutladı diye mutlu oldum ben gerçi. O yüzden sayı fazla da önemli olmamalı değil mi? Hem bütün dünya kutluor benim doğumgünümü:) Beni mutlu eden herkese çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız!
Eğitimde bir ders kapsamında 10 yıl sonraki tarihi atarak defterimize o günümüzü anlattık. Farkettim ki ne kariyer ne para ben hep sevdiklerimi yazmışım iyi ki varlar diye. Bu da iyi mi kötü mü bilemedim. Zaten bunu yazmak zorunda mıyız diye yakınan bir bendim. Alice Harikalar Diyarı kitabında yolun kaybeden Alice karşısına çıka kart adama yolu sormuş, nereye gittiğini sormş kart adam, Alice bilmediğini söylemiş. "O zaman ben sana yol gösteremem" demiş kart adam. "Ya bilmek istemiyorsak?" diye mırıldanıyordum ki eğitimenimiz duydu. Bilmek istememek gibibir şansımız yok mu yani başarılı olmak için? Akışa bıraksak olmaz mı? İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış öyle der annem. Hayallerim niye bu kadar karmaşık, hayat karmaşık diye mi o zaman? Bilemedim. Aklımda sorular işte geldim burdayım! Mutluyum, huzurluyum,sağlıklıyım. Gerisi boş onu biliyorum!

15 Aralık 2008 Pazartesi

Hayat bayram olsa!

Bu şarkıyı söyleyip duruyorum ne zamandır. Ayşeciğin polyannacılık oynadığı o filmi de izlemedim, nereden takıldı dilime bilmem. Hatta o hepsinin bir ağızdan şarkı söylediği sahne gözümün önüne geliyor, gitmek de bilmiyor. Şimdi aklıma geldi de orada başka şarkı mı söylüyorlardı ki? Herneyse yine sevelim sevilelim tadında bir şarkıydı o da herhalde.

Bayram iyi geldi ama bizi üzerek gitti. Herşey çok güzel olucak ben inanıyorum. Her güzel şey bitermiş demişler bence bitmez, hem ben şarkıların hepsine inanmam. Neyse şu an herşey yolunda umuyorum ve de inanıyorum ki bundan sonra da yolunda olcak hep.

Hava çok soğuk, neyse ki ben bir süre sıcak bir memlekette olacağım. Belki güneş ısıtır içimi... Başlangıçlar hüzünlendirir beni demiştim, yazdıklarımın üstündeki bu hüzün havası daha fazla ağırlaşmadan bitireyim ben en iyisi.

7 Aralık 2008 Pazar

Evde bir bayram havası??

Yarın bayram. Ben bu bayramda en sevdiğim şehir olan Sinop'ta olmak istiyordum ama olmadı. Sanırım bu sene 2 günden fazla Sinop'ta bulunamayacağım; çok mutsuzum bu yüzden. Bu yaz iki ayımı orada geçirmeme rağmen doyamadım ve o kadar özledim ki anlatamam. Şu dakika sadece fotoğraflarıyla avunabiliyorum. İşte birkaç fotoğraf güzel memleketimden. Gönül ister ki kimse beğenmesin sadece bize ait olsun; ama bu mümkün değil biliyorum. En sevdiklerim benim olsun kimse görmesin isterim zaten ben hep ama o da mümkün değil tamam biliyorum. Susuyorum ve fotoğraflar konuşsun diyorum:)


Sinop Kalesi'nden limanın bir görüntüsü. Özledim özledim özledim. Neden bunu üç kez deyince oraya ışınlanmıyorum ki:(





Burası Hamsilos. Türkiye'nin tek fiyordu olarak kabul ediyor bazı coğrafyacılar. Fiyord mudur değil midir bilmiyorum; ama yüzmekten en çok keyif aldığım yerlerden biridir. Koca denizde tek başıma yüzüyorum hissi uyandırır ben de:)



Burası özel bir yerdir benim için. Dedemin eskiden burada kahvesi varmış. Keşke görebilme fırsatım olsaymış.



Burası da anlaşıldığı üzere iskelemiz:) Yine Kale'den çekilmiş bir görüntü. Yalnız buraya öyle büyük gemiler yanaşmıyor. Tipik ÖSS coğrafya sorusudur ya zaten:Sinop Karadeniz'deki tek liman olmasına rağmen neden gelişmemiştir? Hala bunun cevabını bilmeyen var mıdır ya, inatla sorarlar hep. Bir de bir deyiş vardır Sinop'ta:" Karadeniz'de üç liman vardır. Sinop, Temmuz, Ağustos". Bunun anlamını sorsunlar mesela, alternatif bir soru olur ne güzel.

Hep kasvetli fotoğraflar oldu ya. Güneşli, cıvıl cıvıl, kıskandırıcı fotoğrafları kendime ayırdım tabi ki:) Şu aralar Nükleer Santral konusuyla gündemde malum. Bir de çevrecilerin karşılaştığı "güzel" muameleyle. Daha güzel şeylerle adı anılsa keşke. Mesela Sinop Bienali ( Bienal nedir diyecek olursanız, iki yılda bir yapılan bir organizasyon diye nitelendirilebilir, genelde sanat üzerine oluyor) basında ne kadar az yer aldı. Oysa ki, İstanbul'dan sonra bir bienalin yapıldığı tek yer Sinop. Bugüne kadar 2 tane uluslararası bienale ev sahipliği yaptı. Genelde yerli turistler Sinop Hapishanesi'ni dizi seti olarak algılayıp gezmek isterken bienaldaki performanslarla karşılaştılar. Neye niyet neye kismet:)

Bu yazı bıraksam uzar gider. Daha fazla uzatmayayım sözü. Susayım dedim susamadım bir türlü:)

5 Aralık 2008 Cuma

Nereden nereye, oradan buradan şuraya...

Bekliyorum bekliyorum...Dün akşamüstü saat 17.00'dan beri hep aynı web sayfası önümde açık ve ben her saniye F5 tuşuna basıyorum ama sayfa değişmiyor. Sanki ha bugün öğrenmişim ha yarın ne farkedecek. Merak işte...Geldi mi gitmiyor. Evet yine baktım, yine değişiklik yok. Bugün geçmez, anladım. Zaman geçsin diye haber sitelerine bakıyordum ki Yaşar Kemal'in Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü alırken yaptığı konuşmayı okudum ve gözlerim doldu. Böyle insanların daha çok olduğunu umuyorum ve de saflıkla inanıyorum sanırım. Bugünün sözü-bunu da şu an uydurdum, bazı günlerin sözü olmalı ama değil mi?- gelsin o zaman Yaşar Kemal'den: "Tek dile kalmış dünya hapı yutmuştur". Pek güzel demiş kalplerimizi fethetmiş.

Yanda görünen fotoğraf da her günümün fotoğrafı. Şu dünyada tanışmayı istediğim tek kadındır kendisi, ama o başlı başına bir yazı konusudur. Verdiği mesajı analım ve kendisini geçelim şimdilik. Ben de kendime bu t-shirtün aynısından yaptırmalıyım mutlaka, hem renkleri de güzel:)


Bir de buradan zenci kurabiyelere sahip sevgili arkadaşıma seslenmek istiyorum. Seni sevmeyi bırakmadım ben. Hem biliyorsun ki arkadaşlardan ne ayrılınabiliyor ne de ara verilebiliyor. Çok koymuş bu lafın ki gece rüyamda beni çok sinirlendirecek bir şey yapıyordun. Sabah bile o sinirle kalkmışım yataktan, gerçi ben hep sinirle kalkarım ya olsun bunun sebebi sensin işte! Gece de kapının üst kısmında yer alan kiliti kapatmışım farkında değilim. Uyurken birden bir telefon sesiyle uyandım. Aşağıdan da babamın sesi geliyor, ben sanıyorum ki o saatte telefonun çalmasına sinirlenmiş, "Evet baba haklısın" diyorum koşuştururken. Meğer o duyduğum kapının sesiymiş, babam kapıda kalmış ve ben babamın telefona sinirlendiğini sanıyorken o bana bağırmaktaymış. Bu ara herkes bana ya rüyada ya da ben rüyayla gerçek arasındayken hep sinirleniyor ya hadi hayırlısı!




4 Aralık 2008 Perşembe

"La donna e mobile "

Dün akşam kuzenimin de rol aldığı Puccini'nin "Manon Lescaut" operasına gittik ailece. Ben ne zaman operaya gitsem yolda aklımda bu başlıkta yazdığım arya olur,işte opera kültürüm de bundan ibaret:)) Zaten kuzen sağolsun bütün aile daha çok opera izliyoruz son 3 senedir. Aslında ben her seferinde pek nazlanarak gidiyorum ama genelde çok memnun bir şekilde ayrılıyorum. Bir tek IV. Murat'da çok sıkılmıştım. Dediğim gibi derin bir opera bilgim ve birikimim yok, ama IV. Murat'ı oynayan solist dışındakiler bence pek başarılı değildi. Sanki böyle okul piyesi havası vardı. Ama diyorum ya ben sıradan bir izleyiciyim, halktan biri, eleştirilerim de bu şekilde oluyor bilmediğim konularla ilgili.

Her neyse, gelelim Manon Lescaut 'a; ben baş roldeki solistleri gerçekten çok beğendim. Çok başarılıydılar. Gitmeden önce yorumları okumuştum internetten; prömiyerde rol alan kadın solisti pek beğenmemişler, isim vermedikleri için aynı solist mi bilmiyorum. Tabi ki kuzenimi de çok başarılı buluyorum onu söylemeye gerek yok, alkışlar değerini veriyordu zaten:) Bu alkışlar arasında halalarımın kuzenimin ismini söyleyerek "bravo" demesi de var tabi. Pek övünürler bizle. Gerçi bazen biz rahatsız oluruz etraftakilere bizi anlatmalarından ama olsun:)) Manon Lesacut çok hüzünlü bir operaydı konu itibariyle ama sanırım ben hüznün o kadar içine giremedim, belki de çok gergin bir günümde olduğumdan kendimi veremedim bilmiyorum. Bir de biz biraz geç kaldık ama binadan içeri girdiğimizde daha başlamamıştı opera. Buna rağmen kapıdaki kadın görevli bizi acayip azarladı, ama görseniz sanki çocuk azarlıyor, gözlerinden öfke akıyordu resmen. Tamam, geç kalınması doğru bir şey değil, ama oyun başlamışsa zaten almazsın içeri bağırmaya ne gerek var anlamadım, kaldı ki bizim girmemizden tam 7 dakika sonra başladı. Zaten gerginim bir de kadın geldi üstüne , izlemeye güzel bir başlangıç yapmış oldum böylece. Her neyse yine de güzel bir geceydi. Başka hiçbir şey güzel olmasa da o koltuğa oturunca gerçek müziği dinlemek keyifli oluyor bence. Bu arada ilk defa çevirileri okuyarak izledim bir operayı. Genelde gözlüğümü unuturum ve hiç okuyamam çevirileri, bir de konu hakkında hiçbir bilgim yoksa fazla bir şey anlamam. O yüzden daha önceki izlediklerime göre.daha çok sevmiş olabilirim bu operayı. İzlerken birçok düşünce geçti aklımdan. Zaten ben hep bir şeyler izlerken, dinlerken başka şeyler düşünürüm, bu sıkılmamdan kaynaklanmaz, yani öyle hayallere dalmam. Sadece birkaç şeyi aynı anda düşünürüm hep. Mesela dün gece opera binasını inceledim bir yandan. Gerçekten çok güzel ama bizim opera sahnemiz neden bu kadar küçük? Bir başkente yakışmıyor bence. Yeni bir sahneye ihtiyaç var kesinlikle; çok daha görkemli, çok daha büyük bir sahneye. Operaya ve baleye ilgi sanıldığından daha fazla aslında ülkemizde, mesela benim hiçbir zaman 2-3 gün öncesinden bilet bulma şansım olmadı.

Operayla hiç tanışmamış olanlara ise bir önerim olabilir belki buradan. Operayı tanıtmaya ve sevdirmeye yönelik "Öylesine bir dinleti"adlı yapıtı mutlaka görmelisiniz. Aralık ayında sergilenecek mi bilmiyorum. Ama bu sene olmazsa seneye mutlaka bir daha sahneye konulacaktır. Bu yapıt müzikli bir oyun olarak nitelendirilmekte, içinde değişik operalardan aryalar yer almakta. Gerçekten çok keyifli, binadan herkes yüzünde bir gülümsemeyle ayrılıyordu . Ayrıca sahneye konulduğu yeri yani operet sahnesini de ben çok seviyorum. Neyse lafı uzatmayayım, gidin, görün, eminim seveceksiniz.

2 Aralık 2008 Salı

"Yaşam keşke kurabiye yanığı kadar tatlı olsa"



Başlık anneme ait. Şu dakika msnden bana böyle yazdı. Kuzenime doğumgünü için sürpriz bir paket hazırlamıştım, içinde kendi ellerimle yaptığım kurabiyelerim de vardı. Onlardan hiç yiyememiş olan anneme bir tepsi kurabiyeyi yaktığımı kalanı da kuzenime götürdüğümü anlatıyordum ki bana karşılık olarak bu cümleyi yazdı. Hayat tatlı değil midir ki? Hem yanmış kurabiyeler hiç de tatlı gelmedi bana o an. Şu an hayat çok tatlı ama... Bir yandan ne zamandır duymadığım ve çok sevdiğim "wonderwall" şarkısı çalıyor, bir yandan da çikolata yiyorum, keyfim yerinde...Keşke tatlı birşeyler olsa da yesem diye düşündüğünüz, tatlı krizine girdiğiniz anda en sevdiğinizin bir torba aburcuburla gelmesi ve "Tatlıya aşerdim" sanırım demesi ne tatlıdır oy oy:) Halka tatlısı (diğer adını yazamayacağım), çikolatalar, şekerler, mavi yeşil bisküviler(??!?)...mmm..Kurabiye yanığını tatlı bulan annem de tatlı aslında:) Kendisine ait bambaşka tattaki diğer cümleleri ilerleyen zamanlarda yazarım bol bol...Tabi bu blogu keşfetmezse:) Bu arada sürekli yazasım,anlatasım geliyor, bu işe en çok "Bıktım senden ne zaman işe başlayacaksın??" diye söylenen sevgili arkadaşım sevinecek sanırım:)

Issız Adam

Tamam çok sevdim ama facebookta sürekli sağ tarafta "ALPER 30’lu yaslarda, gurme sayılacak düzeyde yemek kültürü olan kendi restoranının sahibi iyi bir aşçıdır. Lüks yaşamayı seven.." yazısı çıkmasın artık.Bıktım. Peki ben ne zaman herşeyden şikayet etmekten bıkacağım? Babamın küçükken "Mutsuz Çocuk Bu Sinemalarda" demesi geldi aklıma:)

Dağınık Düşünceler

Başlangıç yaptım ya artık o hüzünlü havadan kurtulup dilediğimce yazabilirim; çünkü rahatladım bir nevi:) Niyeyse hüzünlenirim ben yeni birşeye başlıyorsam. Çok anlam yüklerim ona, ondan sanırım. Aslında başlangıçların değil bitişlerin hüzünlendirmesi lazım insanı, gerçi ben her durumda hüzünlenecek birşey buluyorum ya o da ayrı bir konu. Yeter artık bu havadan kurtulsun istiyorum yazdıklarım ama olmuyor. Zaten ne zaman karamsarlığa düşsem,ne zaman yolunda gitmese birşeyler onu anlatmak isterim hep. Karşımda kimse olmazsa dinleyecek, kendi kendime anlatırım. Hiç böyle çok mutlu olduğum içim içime sığmayan anları anlatmak istemem. Hayatımda herşey yolunda gittiği zamanlarda bile, "ya bir sorun olmalı bu kadar yolunda gidemez herşey,ben şimdi neye kaygılanacağım" derim kendi kendime, üzülürüm mesela. Aslında mutlu biriyim ben, o kadar çok sevdiğim ve beni seven insan var ki yanımda mutlu olmamak için bir sebep yok ama ben bulurum:) Beni yüzeysel olarak tanıyanlar çok mutlu olduğumu, hiçbirşey için üzülmediğimi, hayatı laylaylom olarak yaşadığımı düşünürler. Çok karşılaşmışımdır, "Hiç derdin tasan olmaz mı kızım senin ya, hep böyle gülüyorsun." sözleriyle. Demek ki gerçekten derdim tasam yok da ben böyle şımarıklıktan bu kadar hüzünleniyorum durup dururken diye düşünürüm ben de. Ama benim dışımda o kadar çok şey gerçekleşiyor ki, mutluluğumuzun bile kontrolü o kadar elimizde değil ki... Yok yok ben düşünmeden,kafama takmadan, huzursuzluk yapmadan, kaygılanmadan mutlu olamam ki...

O zaman kendime şu şarkıyı armağan ediyorum:
i'm only happy when it rains
i'm only happy when it's complicated
and though i know you can't appreciate it
i'm only happy when it rains

you know i love it when the news is bad
and why it feels so good to feel so sad
i'm only happy when it rains

pour your misery down, pour your misery down on me
pour your misery down, pour your misery down on me

i'm only happy when it rains
i feel good when things are going wrong
i only listen to the sad, sad songs
i'm only happy when it rains

i only smile in the dark
my only comfort is the night gone black
i didn't accidentally tell you that
i'm only happy when it rains

you'll get the message by the time i'm through
when i complain about me and you
i'm only happy when it rains

pour your misery down (pour your misery down)


you can keep me company
as long as you don't care

i'm only happy when it rains
you wanna hear about my new obsession?
i'm riding high upon a deep depression
i'm only happy when it rains (pour some misery down on me)


Not: Bir de yağmur yağarken bir Garbage performansı fotoğrafı bulabilseydim ah ne güzel olurdu..(Bkz. İlla üzülecek birşey bulan ben:) )

Merhaba

Nereden nasıl başlasam bilemiyorum...Hatta ne başlık atsam onu bile bilemedim. Oysa ne kadar çok cümle vardı aklımda bir başlangıç yapmak için. Sonu hep üç noktayla biten uzun cümleler...Sanırım yazmaya değer bulmadım ki ciddiye almadım bu cümleleri. Ne kadar çok yazardım ben eskiden. Bilgisayarımın olmadığı günlerde mesela. Uzun mektuplar yazardım sevdiklerime. Bazen ne kadar sevdiğimi söylemek için, bazense ne kadar kırıldığımı...Bazen sahibini bulmazdı mektuplar...Hakikaten nerede şimdi o mektuplar merak ettim. Her neyse, bu da böyle bir başlangıç olsun. Artık bulsun sahibini yazdıklarım, bulamadığı zamanlarda da merak etmeme gerek kalmasın. Hem o kadar çok blog okuyorum ki biraz da kendi yazdıklarımı okuyayım, sahipleri belki de benimdir kimbilir...